Ölümsüzleştiği Tarih: 3 Ağustos 2001
1967 Sivas-Divriği doğumlu olan Muharrem Horoz, 1989 yılında Trakya Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde okurken tanıştı TKP/ML’nin düşünceleri ile. 1992 yılında gençlik örgütü TMLGB içerisinde faaliyet yürüterek TMLGB’nin güçlenmesinde önemli katkılarda bulundu. Ölümsüzleştiği tarihe kadar Partinin pek çok görevini omuzladı. 1999 yılının Ağustos ayında düşmana esir düştü. TKP/ML MK Yedek Üyesi olan Muharrem Horoz, 2000 yılında başlayan F tiplerine karşı yapılan Ölüm Orucu direnişinin 236. gününde ölümsüzleşti.
Muharrem Horoz’un ölümsüzleşmesinin ardından Kandıra F Tipi Zindanında TKP/ML dava tutsakları tarafından yayınlanan bildiriden…
“Muharrem yoldaş, yüz yüze olduğu gücün sınıf düşmanı olduğunu, hiçbir zaman unutmadığı için, ölümünü görkemli kıldı. Çünkü O, sınıf düşmanımızın ona karşı tutumunu da en net bilenlerdendi… O; bu bilinci, militan, komünist ve savaşçı olarak birçok aktif pratikte, sınıf düşmanıyla savaşta, işkencede yargılandığı faşist mahkemelerde sistemi yargılama pratiğinde ve parti içi ideolojik mücadelede bürokrat, düşkünleşmiş, küçük burjuva eğilimlerle sabırlı çatışmada edinmişti.
(…) „
O, partiyle tanıştığı 1989’dan, şanlı ÖO direnişimizde inanç ve irade sancağı olarak partimizin ve devrimimizin bilinç toprağında dalgalanmaya başladığı 3 Ağustos 2001 tarihine kadarki 12 yıllık örgütlü devrim faaliyeti boyunca, hep en duru devrimci tutumun ve giderek komünistleşmiş bilincin örneği olarak yaşadı…
O devrime katılmak için partiye katıldı. Devrim ise, kendini ona adayanların tam yeteneklerini, düşünsel ve beden emeğini, gün-gece ayrımı yapmaksızın yoruldum, tıkandım bencilliğine sarılmaksızın partimizin kanı-canı pahasına ortaya koydukları çabayla başlayıp biten “özel” bir yapısal eser durumudur. Ve O, bu bütünlüğe hep uygun davrandı ve örnek oldu. O’nun kendisinde ve sorumluluklarında şaşmazlık ölçüsünde uyguladığı en temel ilke disiplindi. Ondaki disiplin, bilincin güçlülüğü hem aktif pratik faaliyetin icrasından gelen, hem de makine yüksek mühendisi olmanın akademik pratik bilgisi, disiplini kavramasında özgün bir avantaj oluşturmuştu.
(…)
1999’da İstanbul’da takibi fark ettiğinde bir belediye otobüsündeydi ve silahsızdı. Tabi ki fark ettiğini takipçi düşman ekibine fark ettirmemeye dikkat ederek iki saati aşkın bir süre boyunca atlatmayı denedi. Ancak düşman çok önemli bir avın takıldığının farkındaydı. Zira kendisine bağlı kuryenin verdiği açıklar düşmanın bu sonuca varması için yeterli olmuştu. Ancak O bundan habersizdi. Nihayet vuruşu yine ustacaydı…
Güngören’de araçtan atlayıp hızla iyi bildiği bir sokağa daldığında düşmanın, takip elemanı dışındaki ekiplerini atlattığına o zihni hesap kitapçılığıyla emindi. Ne ki beklenmedik bir şey olmuştu. Yakın takip elemanı adeta ölümünün peşine takılır gibi yoldaşın peşine takılmıştı. Sokağın uygun bir yerinde hızla takipçinin üstüne saldırdı. Amacı hem düşmandan kurtulmak hem de düşmandan silahlanmaktı… Var gücüyle
düşman unsuruna saldırmıştı. Tekme yumruk, kafa, diş tırnak tüm bedenini bir silah olarak kullanıyordu ve ölümüneydi. Dövüşürken bir yandan da eli düşmanın bütün gövdesini aradı adeta. Ancak umulmadık bir şey daha olmuştu. Düşmanda silah yoktu. Bir telefon, iki özel küçük telsiz vardı. Düşman unsuru daha genç, güçlü ve atletikti ama tıkanmış, sokaktan çığlık çığlığa imdat istiyordu. “Terörist beni öldürüyor kurtarın.” Çevredekiler imdata geldiğinde yoldaş da düşman unsuru da kan ter içinde nefes nefese tükenmiş durumda, tüm gücünü düşmanı ekarte etmek için harcamış ama bu ölümüne dövüşte şanssızlıklar üstüste gelmişti. 15 dakika sonra diğer takip ekipleri de semtin karakol polisiyle birlikte yoldaşın üstüne üşüşmüştür artık…
8 gün sorguda kaldı. Bir kıyasla görüldü ki, gördüğü işkence son on yıldır tutsak düşen partimiz kadro ve militanlarının gördüğü işkencenin en ağırını, en ölümcülünü gören iki kişiden biri Muharrem yoldaştı. İşkencecilerin elinde defalarca ölüm sınırı yaşadı. Tek kelime söylemedi. Üstündeki kimliğin sahte olduğu açığa çıkmış ama gerçek kimliğinin ne olduğunu çıkaramıyordu düşman, gazete ve televizyonlara ilanlar veriyordu. Zira bu yoldaşın ilk (ve son) tutsaklığıydı. Düşman 8. gün DGM’ye çıkarttığında limon sarısına dönmüş teni, etleri ezik içinde, kolları uyuşuktu. Boğma, defalarca çekildiği askı ve günlerce buza yatırılmanın sonucu olarak bir de sarılık olmuştu.
Kuşku yok ki yitirdiğimiz can, parti ve devrim açısından nadide bir değerdir.
O partimizin bir kadrosu, partimizin Merkez Komitesi Yedek Üyesi olma sıfatıyla zaten büyük bir kayıptır. Ama Muharrem yoldaş aynı zamanda halk savaşımızın geliştirilip yaygınlaştırılmasında, yapabilecekleri ve katabilecekleri yönüyle sadece umut vadeden icracı bir komutan değil, yaratıcı bir kurmay olarak da kaybını büyütmüştür.
Özcesi Muharrem yoldaş partimizin nadide bir kadrosu olarak dışarda olduğu gibi işkencehanelerde ve zindanda halk savaşı icracısı, savaşçısı ve komutanı olarak örgütlü tüm yaşamını pratikleştiren ve en sonuçta da: Büyük ve şanlı ÖO direnişimizin partimiz mevzisindeki savaşçılarla eşit mesafede yatarken, bu nitelikleri ile bu yüce sorumluluğun bilincinde olarak, savaşa tutuştu ve yücelişin zirvesine ulaşarak ölümsüzleşti…
Çünkü O savaşın, pratiğin militanı, komutanı ve kadrosuydu ve özellikle 96’dan tutsak düştüğü güne kadar yaşamında gece ve gündüzün anlamını yitirdiği, durmaksızın koşturan, yorulmaksızın çalışan nadide bir devrim adamıydı…
(…)
O, Partimizin kadrosuydu. O Partimizin 2. OPK yöneliminin aktif çizgisinin pratik icracısı ve hesap soruculuk kampanyasının komutanıydı. O, tutsaklık gereğinin ilk anından itibaren, işkencede halk savaşı ruhunu pratikleştirendi. Ve O faşist mahkemelerde ‘sizi de cezalandıracağız’ diye her seferinde gürleyendi. O yaşamının her anında parti tavrını uygulayan, düşmanı iyi tanıyan ve her yerde durmaksızın halk savaşı çizgisini uygulayandı.
O ölümsüzleşene kadarki 236 gün boyunca gösterdiği büyük tahammülle; O ideolojik-siyasi çizgimizin potasında tava durmuş çelikten iradeyle, O iradesini zorla müdahale işkencesi altında, tükenmiş biyolojisine teslim etmeyen hep partinin, devrimin ve zaferin hizmetinde tutan kararlılığıyla bu kez ki muharebe boyunca da her savaşın, her direnişin bağrında kendini göstermesi engellenmez olan güçlü ve zayıf diyalektiğinde, güçlünün; yorulan ve durmaksızın ilerleyen diyalektiğinde, ilerleyenin; inançsızlık ve inanç diyalektiğinde inancın; ihanet eden ve zafere kilitlenen diyalektiğinde zaferin zirvesi oldu. Partiyi, değerleri, direnişi yüceltti. “Ölümü yenenleri kimse yenemez” şiarının gerçek bir kanıtlayıcısı oldu.
(…)
Muharrem yoldaş hastanede son kez “bilinç yitimi” yaşadığında refakatçi olan abisine söyledikleriyle dahi aslında onun bilincini yitirirken parti ve halk savaşıyla yaşanmış sürecin- süreçlerin bilinciyle buluştu hep. Son kez ki bilinç yitimi de öyle oldu. Hastanedeki yatağında abisini gizemli bir ses tonuyla ve parmak işaretiyle yanına çağırdı “silahlar nerede” dedi. Abisi bilinç yitiminin ne olduğunu bilmediği için paniklemişti. O, abisinin “ne silahları” cevabına hiç aldırış etmeden devam etti “Abi çabuk silahımı getir!” (Göz işaretiyle arka tarafını işaret ederek) “Yoldaşlar orada mı? Yoldaşları görüyor musun ben göremiyorum” dedi. Ey ölümsüz yoldaş, artık sen yoldaşlarını değil yoldaşların seni görüyor. Sen yoldaşların bulunduğu her mücadele alanında ellerimizdeki bayrak, nişan alan tüfek ve hedefini şaşmayan mermi olacaksın! Artık sen dönüp ardına bakmayacaksın. Gözlerini bir an dahi kırpmaksızın tüm yoldaşların için en uzlaşmaz sınıf tavrının, sarsılmaz inancın, bükülmez iradenin ve hedefte zaferine patlayışın ve parıldayışın coşkusal yıldızı olarak bilincimizde ve sevgimizde sonsuz Muharrem Horozca ışıldayacaksın!”